Ayşe Kulin'den Kanadı Kırık Kuşlar'ı okudum

1930'larda Almanya. Nazilerin Yahudilere yönelik baskısı yavaş yavaş başlıyor ve sonrasında sistematik bir şekilde ilerliyor. Sırf Yahudi olduğu için işten atılan bilim insanları, akrabaları Yahudi olduğu için işsiz kalanlar ve çaresizlikten ülkelerini terk etmek zorunda kalan akademisyenler. Aslında onlar şanslı kesim, çünkü ölmekten kurtuldular.

İkinci Dünya Savaşı'na ait yürek yakan öykülerden bildiğimiz detaylarla başlıyor Ayşe Kulin'in Kanadı Kırık Kuşlar kitabı. O döneme ait hikayeler her ne kadar yüreğimi dağlasa da o hikayeleri okumaktan ve  filmleri izlemekten kendimi alamam nedense. İnsanlığın sınavdan geçtiği o vahşet dolu faşizm dönemi neden bu kadar ilgimi çeker hiç bilmiyorum aslında... 

Nazilerin baskısından dolayı işsiz kalmak üzereyken üniversitedeki kürsüsünü bırakıp İsviçre'deki kayınpederinin yanına kaçan Yahudi tıp doktoru Gerhard Schlimann ve ailesinin öyküsüyle başlıyor Kulin'in kitabı. Gerhard şanslı, çünkü tam zamanında kaçabiliyor...

Kanadı Kırık Kuşlar - Ayşe Kulin


1930'larda Nazilerden kaçan Alman akademisyenler

O dönem, Nazi'den kaçan bilim insanlarını çoğu Avrupa ülkesi kabul etmezken, Atatürk ise bilime olan inancı ve cesur kişiliği ile bu hiçbir suçu günahı olmayan, sadece dinleri farklı olan bilim insanlarını ülkemize kabul ediyor. Dönemin milli eğitim bakanı ise Hasan Ali Yücel. İşte o yıllarda sayıları 190'ı bulan Alman bilim insanları, Türkiye'deki modern üniversite reformunun gerçekleşmesine büyük katkılar sunuyor. Bu gerçeğin ışığı altında ele aldığı romanını etkileyici bir şekilde başlatıyor Ayşe Kulin. Schliman'lar geliyorlar Türkiye'ye, yerleşiyorlar Pera'ya. Ve sonrasında onların özel hayatlarını merceğe alarak aslında Türkiye'de yaşanan siyasi ve toplumsal olaylara ışık tutuyor yazar.

Kuşbakışı Türkiye Panoraması

Kitabın ilk yarısında bu olay ve gelişmeler aktarılırken, yani zaman yavaş akarken çok ilgiyle okudum ilk 200 sayfayı. Romanın ikinci yarısında ise zaman hızlandı. Öyle ki ilk kuşak bayan Elsa'nın kızı Suzan (Suzi) büyüdü, evlendi, kızı Sude doğdu, büyüdü evlendi, Esra doğdu...Tam dört kuşak, kitabın diğer yarısına sığarken ben bu hızlı geçişe adapte olmakta zorlandım. Evet yine yazarın güçlü ve akıcı kalemi sayesinde kitap sürükleyiciliğinden bir şey kaybetmedi ama sanırım ben hikayelerin detaylarını derin derin uzun roman sayfalarında okumayı sevdiğim için  ikinci bölümde biraz hayal kırıklığı yaşadım diyebilirim.



 Kitabın son sayfasını okurken düşündüm ve buldum bu durumu tanımlayacak sözcüğü: “Kuşbakışı” Evet, kitabın 197. sayfasından son 390. sayfasına kadar olan bölümde 1945'den 2016'ya kadar geçen 71 yıllık döneme kuşbakışı bakmış yazar. Yaptığı iş son derece önemli, çünkü Ayşe Kulin çok okunan bir yazar ve bütün o süreçte yaşanan önemli olayları hiç bilmeyen okuyucularına bir anlamda fener yakmış. Bu tavrına ve hatta değindiği konulardan ötürü cesaretine saygı duyuyorum elbette. Özellikle genç okuyuculara son derece önemli bilgiler veriliyor kitapta. Ama o bahsettiği olayları az çok bilen, gündemle alakalı olan, gazete okuyan, kitap okuyan benim gibi insanların bazıları belki o kuşbakışından biraz sıkılabilir. Ben biraz sıkıldım, yani hikaye karakterlerine çok yakınken birden onlardan uzaklaşmak beni üzdü diyelim. Ama dediğim gibi Ayşe Kulin'e saygı duyuyorum, zira otosansürün zirve yaptığı günümüzde özellikle son iki kitabında cesurca bazı konulara değinen sayılı yazarlardan kendisi.

Ülkeyi terk edenlere mesaj veriyor
Son dönemde ben çok rastlıyorum, siz de görüyorsunuz mutlaka. Güzel genç insanlar gelecek kaygısıyla başka ülkelere göç ediyorlar. Benim arkadaşlarımdan üç kişi var mesela... Bu gerçekten çok üzücü bir durum. Hayır, dünya globalleşti, herkes istediği yerde yaşayabilir tezine hiçbir lafım yok elbette. Asıl mesele ve asıl üzücü olan şey, gitmek zorunda olmak, öyle hissetmek. Gidenler kadar, koşulları müsait olmadığı için mecburiyetten gidemeyenler var bir de, hem de azınsanmayacak kadar... Keşke ülkemiz, kaçmak isteyenlerle değil, göç etmek isteyenlerle anılsaydı...

 Ayşe Kulin, kendisiyle yapılan bir röportajda şöyle diyor:

Ben isterim ki, herkes, yerli yerinde kalsın ve beğenmediği durumlarla mücadele etsin. Romanı yazarken da bu hissi vermek istedim: ‘Kalın ve direnin!’ Okumak da, gitmek de, kalmak da, mücadele etmek de, ‘Bana artık müsaade’ demek de... Size kalmış... Size ne iyi gelecekse onu yapın. Çünkü bu işin doğrusu yok, her insan başka bir dünya... Ama unutmayın başka vatan yok!”

Son söz;

Demem o ki, yine akıcı, bir solukta okunacak bir roman var karşınızda. Okuyun, okutun... Özgürce yazılmış romanlarımız hep başucumuzda olsun, sevgiyle kalın efendim...


Yorum Gönder "Ayşe Kulin'den Kanadı Kırık Kuşlar'ı okudum"