Herşey gökyüzündeki bulutlara anlam yüklemem ile başladı. Mavinin içindeki bir kaç detaya takılı kaldı gözlerim. Nefes alıyor ama yaşamak terimi ile ilgilenmiyordum. Ellerim, ayaklarım, belki biraz dudaklarım sana ibadet edermişçesine anlam kazanmış, yüreğim yalnızca yüreğine yakışmıştı.
Geceler ihanet ediyordu bana, karanlık ve alabildiğine kasvet doluydu. Yalnızca uçmak nasıl olurdu acaba diye düşünüp dururken, özgürlük meraklısı bir kuş sandılar. Halbuki ben gitmekten bahsetmiyordum, ben rüzgarı hissetmek istiyordum.
Takıldım, takılmaktayım ve takılıyorum. Dur bir saniye düştüm de ben. Ben çok kez düştüm uçurum kenarı gözlerinden. Neden tuttun beni, tutmasaydın, izin verseydin de o gece ölseydim, bilmiyorum illa engel olacaktın birşeye, seni sevmeme, sana böyle tutunmama engel olsaydın. Bıraksaydın da ben düşseydim.
Sen daha gözlerime bile bakmadın, nasıl karar verdin hapsolduğun bu bedenden çıkıp gitmeye, nasıl oldu da bana sormadan bıraktın ellerimi. Gözlerim ne seninle, ne de sensiz kimsenin gözlerine değmedi. Ben düşümde bile yalnız seni sevdim.
Şimdilerde daha çok ihtiyacım var ellerine. Sana geldim gönül şehrine bile giremedim. Ne çok engel var önümde bir bilsen. Sahi bilsen gelir miydin bana. Hayatımı en başından sorsan mesela bana. Beni yıkan, güvensiz yapan nedenleri tek dokunuşunla yok etsen. Ha ne dersin?
Adım, sanım, soyum, soyadım... Ben her şeyden vazgeçmeye hazırım senin için. Bak geçmiş zamana atamıyorum seni. Biliyorum çünkü sol yanımda atan o kalbi bir duysan eriyecek tüm buzlar. Isınacak yine ortalık, ve sen... tamam susuyorum.
Tüm bu kitaplar ve şiirler seni anlatıyor. Gelecek birgün umutla beklenen diyor şairler. İnanıyorum, umut ediyorum. Benim bu yaptığım, sevgisini bana hiç göstermeyen bu adama yokluğunda bile sadık kalmak sanırım.
Söylenecek çok şey var, neyse...