Bir şey söylemek için kapıyı çalan komşum da pasaporta başvurduğunu söyleyince, kalakaldım. Daha 2 buçuk yaşında olan çocuğuna bu ülkede gelecek göremediğinden bahsetti. 1989 yılında Bulgaristan'daki zulümden kaçmak için Türkiye'ye geldiklerinde, babasının toprağı öptüğünü anımsıyor. O zamanlar 7-8 yaşlarındaymış. Yaklaşık 600.000 göç olmuş o günlerde ülkemize Bulgaristan'dan. Ne için, huzur için... İroniye bakın ki, o tarihlerde çocuk olanlar, şimdi tersine göç etmeye çalışıyorlar! Ne için, huzur için... Bulgaristan artık Avrupa Birliği üyesi. Huzurlu, az parayla yaşanabilen, enflasyonu olmayan, doğası korunan, yeşili korunan bir ülke. Aradan geçen sadece 28 sene! Tarih için 28 yıl nedir; küçücük bir nokta. Bu kadar kısa sürede neler olduğunu düşününce insan ürperiyor...
Biz eskiden de kötü şeyler yaşadık bu ülkede. 12 Eylül döneminde birçok insan kaçtı yurtdışına. Ama onların çoğu göz önündeki insanlardı; sanatçılardı, müzisyenlerdi, yazarlardı, ve çoğu aranıyordu. Ama ya şimdi... Şimdilerde gitmek isteyenler sıradan vatandaşlar. Ne aranıyorlar, ne de sabıkaları var... Sadece bu topraklarda artık kendilerine güzel bir gelecek göremiyorlar; çocuklarına güvenli ve huzurlu bir dünya kuramamaktan endişe ediyorlar.
Gidenlerin sosyal medya hesaplarına bakıyorum da... Ne bombalar var, ne çatışmalar var, ne işsizlik var, ne parasızlık var, ne çaresizlik var, ne de umutsuzluk var... İsviçre'deki arkadaşım çocuğunu bedava mahalle kreşine gönderip haftada 15-20 saat çalışarak bisikletle Avrupa turları yapıyor. Avustralya'ya giden blogger arkadaşım insanların ne kadar kaygısız olduklarından ve işe bile parmak arası terliklerle gittiklerinden bahsediyor. Avustralya'da yaşayan bir başka arkadaşım, evinin bahçesine diktiği, büyümekte olan yeşil domateslerin coşkusunu paylaştı en son yazdığı mesajda... İngiltere'deki arkadaşım, gittiği operalardan, tiyatrolardan söz ediyor. En son Çin yeni yılını kutlamışlar coşku içinde. Girip internete geziyorum çeşitli ülkelerde... Yok arkadaş, dışarıda gerçekten farklı bir dünya var...
Ha gidenlerin mutsuzlukları yok mu? Var elbette; vatan hasreti çekiyorlar. İnce belli bardaktan çay içmeyi ve çayın yanındaki doyumsuz muhabbeti özlüyorlar mesela. Ya da Akdeniz'in sıcağını, ya da Sariyer böreğini, kuru fasulyeyi özlüyorlar... Elbette dostlarını ve ana dillerini özlüyorlar...
Biz de huzuru özlüyoruz. Seçim yapma hakkı verselerdi, ince belli bardaktan çay içerek ne olacak bu memleketin hali diye hayıflanmayı mı, yoksa geleceğe güvenle bakmayı mı tercih ederdi insan...
Kafamda deli sorular...