Kalktım, sanki dün gece bir şey olmuş gibi. Sanki yine dün gece ağlamışım gibi. Zaten az evvel alarmım çaldı. Bu saatte uyanmayı planlamışım meğer. Ama kime söz verdiğimi hatırlamıyorum. Kendime kahve yapmaya karar verdim. En azından o arada kime söz verdiysem beni arayıp hatırlatır. Ben de hasta olduğumu söyleyip planı ertelerim. Genelde aynı şeyleri yapıyorum. Kahvemi yine beni gün boyu ayakta tutacak kadar sert hazırlıyorum. Elime telefonumu alıp bir şeyler bulmak umuduyla karıştırmak istiyorum. Ama telefonum az evvel kapanmış. Sanki son görevi olan uyandırma işini yapıp uykuya dalmış. Bir anda kapının sesiyle irkildim.
-Merhaba burası Güler Apartmanı mı?
+Evet buyurun, ne vardı?
-Zahide ve Ahmet Güler neyiniz oluyor?
+Annem ve babam, bir şey mi oldu, lafı gevelemeyin artık.
-Anne ve babanız 2 gün evvel bir kaza geçirdi ve vefat ettiler, bu kutuyu size iletmemi kardeşiniz istedi. Cenazeye gelmenizi istemediği için haber vermediğini söyledi.
+Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz? Ne diyorsunuz siz? Ne demek annen ve baban öldü ama ona son kez dokunmayın diye biz onu gömdük? Siz ne saçmalıyorsunuz?
O an kendimi tutamadım o adama kaç kez vurduğumu hatırlamıyorum. Tabi ben de kaç kez vuruldum. Ellerime baktım da neredeyse kanayacak o adamın vücudunda oluşan morlukları tahmin dahi edemem. Uyandım sonra... Neyse ki rüya imiş. Ama sürekli aynı şeyleri yaşıyor gibi de hissettim. Mutfağa geçtim, kaynaması için ocağa su bıraktım. Göz ucuyla kahveye baktım. Uyanıp kendime gelmek için içmek istiyordum ama kapı çalar diye de korkuyordum.
Bir hışımla kalkıp dolabı açtım ve dolap kapağında duran votkadan aldım biraz. Tabi biraz da Red Bull. İçmeye niyetlendiğim anda kapı çaldı. Korku ile votkayı yere döktüm "kahretsin". Gidip sanki dökme sebebim kapıdaki adammışcasına bir sinirle açtım kapıyı. Adamı görünce tüm sinirim geçti. Kitap sipariş etmiştim onlar gelmiş.Epey bir sakinleştim. Bir anda telefonum çalınca ürktüm. Kapalı sanıyordum, sonra bir sakinlik... "sahi o rüyaydı" Ali abi arıyor...
"Ali abiye asla yalan da söyleyemem ki ben ya." Telefonu açtığımda geç uyandığımı ama mutlaka sözümü tutup sahaf dükkanına uğrayacağımı söyledim. Sonra votka pisliklerini temizleyip odaya geçtim. Oda dünden kalan izler var gibi dağınıktı. Halen düne ait ne yaşadığımı bilmeden hazırlanmaya koyuldum, kışın makyaj yapmayı sevmediğim için çabucak hazırlandım. Tramvaya geçerken onu gördüm. Üzerini düzeltiyordu, beni görmedi. Zaten senelerdir görmüyor.
Tramvay yaz kış demeden soğuğunu ve kalabalığını koruyordu. Bir koltuk boşaldı. Yaşlı amca bana geç otur kızım dese de "siz oturun lütfen benim 3 durağım kaldı" dedim. Bu tarz yalanlar günah mıdır acaba? Neyse yaşlı amca konuşmamızdan 7 durak sonra indi ve inerken bana gülümsüyordu. İnsanların bana gülümsediğini görmek kendimi zengin hissetmeme neden oluyor. Nihayet inebildim. Vapur saatine 1 dakika olduğu görünce koşmaya başladım.
O an iskeleye vardığım anda uzaklaşan vapuru görünce gülmeye başladım. "o gemi burada bile gelmiyor, orada nah gelir" Anlamsızca gülüşüme delirmiş gibi bakan teyzeler ve amcalara rağmen kahkaha atmaya devam ediyordum. Sonra sakinleşip bir köşeye oturdum. Derin bir nefes çekip beklerken bir sonraki vapuru, dün gece olanları hatırlamaya başladım. Aniden kafama tonlarca ağırlıkta kayalar düştü. Bir anda o ağırlık altında ezildiğimi hissettim. Olaylar flaşlı kamera ile çekilmiş fotoğraflar gibi gözümün önüne geliyordu. Aniden ağlamanın önünü kesemedim.
-Hanımefendi iyi misiniz?
-Bir sorun yoktur umarım, şekeriniz mi düştü?
+Yok hayır, sorun yok iyiyim...
Yavaş bir hamle ile ayağa kalktım, Vapura bindim. Dış kısımda oturmak için yerler yoktu, ayakta ve bu soğukta denize en yakın olduğum yere geçtim. Ki zaten bir ara deniz beni çağırıyor diye düşünüp atlamaya da karar verdim. Artık neredeyse ağlamıyordum. Dün gece benden vazgeçtiğini hatırladım. Bunu üstelik bana söylemeye dahi ihtiyaç duymamıştı. Vapurdan indim. Köşede Ali abi beni bekliyordu. Dükkana gelmemi beklememiş, muhtemelen başka bir plan bile yapmıştı. Onu görünce derin bir muhabbete düşeceğimizi biliyor gibiydim.
Elinde bir tane karanfil vardı, ucunu koparıp dağınık saçlarımı kulağımın ardında toparladı. Ve elimi dahi sıkmadan, sarılmaya başladı. O an ellerim hava kalmış ne olduğunu anlamaya çalışırken sessizliğimi Ali abi bozdu. "vazgeçti değil mi seni beklemekten?" O an cevabımı ona sarılıp ağlamaya başlayarak vermiştim. Ellerimi ilk defa gözlerime götürmeden ağlamaya devam ettim bir süre. Ayırdı beni kendinden yine aynı sahil kenarına gittik. O ayarlarken oltasını "geçmeyecek, bitmeyecek bu acı ama hafifleyecek kızım" deyip duruyordu. Bense elimde telefon ile onun sosyal hesaplarına ulaşmaya çalışıp gururuma yediremiyor ve sürekli ağlıyordum. Çok geçmeden Ali abiden tepki geldi.
-Ne bekliyorsun, bu şekilde sana geri mi dönecek. Hadi döndü diyelim bir defa gitme cesareti göstermişken daha sonraları yine gider mi acaba deyip seni düşüncelere boğacak. Bu düşünce seli altında boğulup kalacaksın kızım. Ne kadar iyi yüzdüğünü sanıyorsan da seni elleriyle görünmeyen kayalara vuracak. Kızım buna değer mi?
+Hayır buna değmiyor haklısın.
-Benim derdim hakta hukukta değil kızım 22 yaşında bir kızın kendini köprüden atmasını engellemeye çalışıyorum. Korkma geçer desem kendini paralayacaksın neden geçmiyor diye. Üzülme yeter ki. Daha az acıtacak zamanla ama geçmeyecek. Alışacaksın ve bu alışkanlığın seni ilerde tekrar üzecek. Değmez...
O an yine ağlamaya başladım ve tekrar uyanmak ve rüya olmasını dilemek dışında yapacak bir şeyim yoktu...