Lviv’de İstanbul gibi keşmekeş yok. Nüfus, sekiz yüz bin civarında. Dolayısıyla küçük ve sakin şehir konforunu havaalanından çıkınca hemen hissetmeye başlıyoruz. Binanın dışında insan kalabalığı olmayan bir durak var mesela. Önceden çalışmıştık dersimizi. Biliyoruz ki 9 numaralı troleybüs ya da 48 numaralı otobüs ile havaalanı ile şehir merkezi arası 20-25 dakika sürüyor.
Troleybüs ve tramvay kullanan kişilere sanırım "Vatman" deniliyor. İşte Lviv’de o kişiler hep kadın. Tatil boyunca hiç erkek troleybüs sürücüsü görmedim. Kimisi oldukça yaşlı, kimisi aşırı makyajlı ve tabiri caizse tam bir" kokoş". Kimisi de sıradan. Ama hepsi çok güzel görünüyor gözüme. "Ukraynalı kadınlar güzeldir, Emekçi Ukraynalı kadınlar daha güzeldir" diye slogan atasım geliyor. Kendime engel olmuyorum.
Troleybüs sürücüsü ile yolcular arasında camlı bir bölme var. Bölmenin altında da para uzatılabilecek bir oyuntu. Oradan parayı uzatıyoruz, sürücü bize kağıt bileti veriyor. Durun daha bitmedi. Bileti cam kenarına monte edilmiş mekanik alete sokuyoruz, delgeç görevi yapan kolu indirerek bilette iki tane delik açıyoruz. Belli ki yıllar önce böyle bir sistem kurmuşlar ve tıkır tıkır işleyen bu sistemi değiştirme ihtiyacı hissetmemişler.
Her zaman kontrol olmuyor, ama eğer deliksiz biletle yakalanırsanız cezası 40 Grivna. Zaten ortalıkta görevli falan da yok. Bizim bileti bir kere kontrol etti birisi. Sanırım en çok da turistleri kontrol ediyorlar. Burada benim hoşuma giden nokta ise sistemin güven temelinde kurulmuş olması. Manuel, basit, pratik ve bence gayet de işlevsel. Sanki bizde dijital otobüs kartları var da başımız göğe mi eriyor, Avrupa Birliği'nden davetiye mi alıyoruz? Ne demişti ünivesitedeki hocamız;
"Kalite amaca uygunluk derecesidir. " Yani bir şeyin çok pahalı olması, çok dijital olması onun kaliteli olduğunu göstermiyor. Kısacası demem o ki, bu delmeli bilet sistemi bu şehre çok yakışıyor, çok da özgün ve kaliteli duruyor.
Öyle koştur koştur bir durum olmadığı için insanlar sakin sakin bilet alma, para üstü bekleme, bilet delme işlerini hallediyor. Kimse kimseyi itip kakmıyor. Hatta bizim dolmuşlarda olduğu gibi arkada oturanlar öne doğru parayı uzatıyor, para elden ele geçiyor, birileri bileti alıyor, birileri deliyor ve bileti paranın sahibine ulaştırıyor.
Bir sene öncesinin bloglarında tramvay biletleri 2 Grivna diye belirtiliyordu, artık bilet 5 Grivna. Yani bizim paramızla 1 TL. Yeri gelmişken söyleyeyim; eski bloglara bakarak çok ucuz bir şehir olduğunu düşünmeyin Lviv'in. Evet mesela bakkalda tatları da güzel olan yerli şişe biralar 2 buçuk-3 TL ama yemek konusunda fiyatlar İstanbul'u pek de aratmıyor. Hediyelik eşyalarda da fiyatlar yükselmiş. Mesela kahvecide bir tişört 80 TL civarındaydı.
Ülkemizde malum devalüasyon olmadan önce Türk parası Grivna’nın yaklaşık 8 katıymış. Hesapsız kitapsız gezmek mümkünmüş. Maalesef biz o treni kaçırdık. Günümüzde TL Grivna’nın sadece 5 katı.
Ben para işlerinden pek anlamıyorum. İşin içine para hesabı girince matematik zekam gerçekten de dumura uğruyor. Bu nedenle de bizim paramızın Grivna’nın 5 katı olması işime geliyor. Yerel fiyatları önce 10’a bölüyorum, yani sondan bir sıfır atıyorum, sonra 2 ile çarpıyorum, ne kadar kolay oluyor. Misal; kahveler 40 Grivna genelde. Sıfırı at 2 ile çarp hoop 8 TL oluyor. İlkokul hesabı işe yarıyor anlayacağınız.
İki sene önce kahveler sudan ucuz geliyormuş Türklere. Tabii ki bunda sadece bizim devalüasyonun suçu yok. Okuduğuma göre Ukrayna, Avrupa Birliği normları gereği 2017’de asgari ücreti iki katına çıkarmış. Peki halkın geliri artmış mı? Tabii ki hayır. Bütün fiyatlar 3-4 katına fırlamış. Bu pahalılığın üzerine Avrupa'da serbest dolaşım hakkı da gelince, Ukraynalı gençler başka ülkelere çalışmaya gitmeye başlamışlar. Yani ucuz işçi kaynağı...
Hep söylüyorum; bu globalleşme iyi bir şey değil! Fakir ülkeler zengin ülkelerin oyun sahasına dahil ediliyor hepsi bu. Şimdi düşünün; Ukrayna Avrupa Birliği’ne girdiğinde ekonomik olarak İngiltere kıvamına gelir mi? Hiç sanmıyorum!
Neyse tekrar dönelim troleybüse..
Troleybüsün kalkmasını beklerken pasaport kuyruğunda yardım isteyen çifti görüyoruz. "Şehir merkezine gidecekseniz gelin" diyoruz. Zaten niye dışarıdan bakıyorlardı ki... Neyse biniyorlar. araca. Bilet yöntemini anlatıyoruz. Kız hemen "bileti delme videosu" çekiyor. Yan tarafımıza oturuyorlar.
Bu arada yeri gelmişken bir de bilgi vermek istiyorum.
(Lviv’de metro yok, fakat şehri tramvay hatları ile örümcek ağı gibi örmüşler. 11 farklı tramvay hattını kullanarak şehrin en uç noktalarına gitmek mümkün. Nitekim gezimizin son günlerinde biz beş farklı hattı deneyimledik, iyi ki de öyle yapmışız.)
(Lviv’de metro yok, fakat şehri tramvay hatları ile örümcek ağı gibi örmüşler. 11 farklı tramvay hattını kullanarak şehrin en uç noktalarına gitmek mümkün. Nitekim gezimizin son günlerinde biz beş farklı hattı deneyimledik, iyi ki de öyle yapmışız.)
"Öğreten İnsan" moduna girmek değil elbette amacım; ama faydası olur belki diye araya yine küçük bir bilgi notu girmek istiyorum. Şöyle ki:
Lviv’de raylardan giden telli tramvaylar var. Raylardan gitmeyen, ama yine telli olan troleybüsler var. Marshrutka denilen sarı renkli midibüsler var ve bir de normal otobüsler var. Hepsi de aynı yolları kullanabiliyor.
Bütün bu araçlar gözü yormayan sarı ve yeşil renklerde. Belki teknolojileri eski ama sevimliler. "Fakir ama gururlu" tanımı gibi, romantik ve retro bir havaları var. Üzerlerinde "I love Lviv" haricinde bir yazı görmedim. Bizim İstanbul’da öyle mi? Otobüslerin pembesi var, yeşili var, sarısı var, kırmızısı var. Bu kadar renk karmaşası yetmezmiş gibi üzerlerinde kocaman kocaman salam sosis reklamları bile var! Zaten bizdeki en büyük sorun "standartsızlık" değil mi... (Görüyorsunuz işte, gezi anılarını yazarken bile içimdeki eleştiren/ muhalif kişiliği durduramıyorum.)
Lviv’de raylardan giden telli tramvaylar var. Raylardan gitmeyen, ama yine telli olan troleybüsler var. Marshrutka denilen sarı renkli midibüsler var ve bir de normal otobüsler var. Hepsi de aynı yolları kullanabiliyor.
Bütün bu araçlar gözü yormayan sarı ve yeşil renklerde. Belki teknolojileri eski ama sevimliler. "Fakir ama gururlu" tanımı gibi, romantik ve retro bir havaları var. Üzerlerinde "I love Lviv" haricinde bir yazı görmedim. Bizim İstanbul’da öyle mi? Otobüslerin pembesi var, yeşili var, sarısı var, kırmızısı var. Bu kadar renk karmaşası yetmezmiş gibi üzerlerinde kocaman kocaman salam sosis reklamları bile var! Zaten bizdeki en büyük sorun "standartsızlık" değil mi... (Görüyorsunuz işte, gezi anılarını yazarken bile içimdeki eleştiren/ muhalif kişiliği durduramıyorum.)
Lviv - 9 Numaralı Troleybüs |
Lviv - troleybüs bileti |
Bilet delme sistemi |
Her zaman kontrol olmuyor, ama eğer deliksiz biletle yakalanırsanız cezası 40 Grivna. Zaten ortalıkta görevli falan da yok. Bizim bileti bir kere kontrol etti birisi. Sanırım en çok da turistleri kontrol ediyorlar. Burada benim hoşuma giden nokta ise sistemin güven temelinde kurulmuş olması. Manuel, basit, pratik ve bence gayet de işlevsel. Sanki bizde dijital otobüs kartları var da başımız göğe mi eriyor, Avrupa Birliği'nden davetiye mi alıyoruz? Ne demişti ünivesitedeki hocamız;
"Kalite amaca uygunluk derecesidir. " Yani bir şeyin çok pahalı olması, çok dijital olması onun kaliteli olduğunu göstermiyor. Kısacası demem o ki, bu delmeli bilet sistemi bu şehre çok yakışıyor, çok da özgün ve kaliteli duruyor.
Öyle koştur koştur bir durum olmadığı için insanlar sakin sakin bilet alma, para üstü bekleme, bilet delme işlerini hallediyor. Kimse kimseyi itip kakmıyor. Hatta bizim dolmuşlarda olduğu gibi arkada oturanlar öne doğru parayı uzatıyor, para elden ele geçiyor, birileri bileti alıyor, birileri deliyor ve bileti paranın sahibine ulaştırıyor.
Bir sene öncesinin bloglarında tramvay biletleri 2 Grivna diye belirtiliyordu, artık bilet 5 Grivna. Yani bizim paramızla 1 TL. Yeri gelmişken söyleyeyim; eski bloglara bakarak çok ucuz bir şehir olduğunu düşünmeyin Lviv'in. Evet mesela bakkalda tatları da güzel olan yerli şişe biralar 2 buçuk-3 TL ama yemek konusunda fiyatlar İstanbul'u pek de aratmıyor. Hediyelik eşyalarda da fiyatlar yükselmiş. Mesela kahvecide bir tişört 80 TL civarındaydı.
Ülkemizde malum devalüasyon olmadan önce Türk parası Grivna’nın yaklaşık 8 katıymış. Hesapsız kitapsız gezmek mümkünmüş. Maalesef biz o treni kaçırdık. Günümüzde TL Grivna’nın sadece 5 katı.
Ben para işlerinden pek anlamıyorum. İşin içine para hesabı girince matematik zekam gerçekten de dumura uğruyor. Bu nedenle de bizim paramızın Grivna’nın 5 katı olması işime geliyor. Yerel fiyatları önce 10’a bölüyorum, yani sondan bir sıfır atıyorum, sonra 2 ile çarpıyorum, ne kadar kolay oluyor. Misal; kahveler 40 Grivna genelde. Sıfırı at 2 ile çarp hoop 8 TL oluyor. İlkokul hesabı işe yarıyor anlayacağınız.
İki sene önce kahveler sudan ucuz geliyormuş Türklere. Tabii ki bunda sadece bizim devalüasyonun suçu yok. Okuduğuma göre Ukrayna, Avrupa Birliği normları gereği 2017’de asgari ücreti iki katına çıkarmış. Peki halkın geliri artmış mı? Tabii ki hayır. Bütün fiyatlar 3-4 katına fırlamış. Bu pahalılığın üzerine Avrupa'da serbest dolaşım hakkı da gelince, Ukraynalı gençler başka ülkelere çalışmaya gitmeye başlamışlar. Yani ucuz işçi kaynağı...
Hep söylüyorum; bu globalleşme iyi bir şey değil! Fakir ülkeler zengin ülkelerin oyun sahasına dahil ediliyor hepsi bu. Şimdi düşünün; Ukrayna Avrupa Birliği’ne girdiğinde ekonomik olarak İngiltere kıvamına gelir mi? Hiç sanmıyorum!
Neyse tekrar dönelim troleybüse..
Lviv-güzel binalar |
Araç yavaş yavaş hareket etmeye başlıyor. Bizim çiftin erkek olanı hafif kaygılı bir şekilde otelde kalacaklarını söylüyor. Biz evde kalacağımızı belirtiyoruz İç geçiriyor. “Bize de ev bulabilir miyiz? “ diyor. Ne bilelim! Sanki “Evde fazla oda var, buyurun gelin” desek, gelecek gibiler. Gurbetçi dayanışması hesapta! Ben böyle insanlara gerçekten şaşırıyorum. Tanımadıkları kişilerden aşırı derecede yardım isteyebiliyorlar ve birden samimi oluveriyorlar. Bense yıllarca tanıdığım insanların evine bile gidemiyorum, gitsem de dolabı teklifsizce açıp su içemiyorum.
Troleybüs yavaş yavaş ilerliyor, hava güzel. Saat sekiz buçuğa gelmesine rağmen henüz akşam olmamış. Yaklaşık 20 dakika sonra şehrin en merkezi noktası olan Rynok Meydanı 'nda yani son durakta iniyoruz. Çift soruyor: “Akşam yemeğini nerede yiyeceksiniz?” “Bakacağız artık” diyerek onların gittiği yönün tersine doğru, aslında biraz da kaçarcasına yol alıyoruz.
Sokaklar nefis, her yer tarihi binalarla dolu. Bu kadarını gerçekten beklemediğimi düşünüyorum. Şehre bakarken sanki gözlerime ışıltılı bir filtre takılmış gibi hissediyorum.
Macera devam ediyor,
To be continued…