Az önce güncel politik gelişmelere söylenirken birden zihnim üniversite yıllarına kaydı. Ne güzelmiş o zamanlar! Ben mesela asla oy vermezdim, nüfus sayımlarında memura kapıyı açmaz, kendimi görünmez kılardım. Yakın arkadaşlarım da benim gibiydi. Hayır yanlış anlaşılmasın; toplumsal konulara duyarsız değildik. Aksine gelişmeleri yakından takip ettiğimiz için tepkiliydik güncele.
Arkadaş grubumuzun içinde liberaller, solcular, orta solcular, orta sağcılar, oruç tutanlar, oruç tutmayanlar, Anadolu’nun doğusundan batısından kuzeyinden insanlar vardı. Kimimizin annesi başını örter, kimimizinki örtmez, bunlar asla konu edilmezdi. Ramazanda hep beraber akşam yemeği yiyeceksek lokantaya giderdik. Oruç tutanlar yemez, tutmayanlar yerdi ya da hep birlikte top atılmasını beklerdik falan. Detayları çok hatırlamıyorum; çünkü bu şeylerin akılda kalacak kadar konusu edilmezdi ki! Bunlar problem değildi çünkü! Birebir aynı düşünmesek de arkadaş olabiliyorduk, kendimizi haklı çıkarmak için birbirimizi deli gibi yargılamıyorduk! Demokrasi gibiydi, sahi öyleydi...
O zamanlar açıkçası 23 Nisan veya diğer milli bayramlara karşı aşırı hassasiyetim de yoktu. Bayramlar zaten kutlanıyordu rutin bir şekilde; ben genellikle oralı olmuyordum. İsteyen törene gidiyor, isteyen televizyondan seyrediyor, bazıları da bayram yokmuş gibi hayatına devam ediyordu. Hiçbir şeyin çivisi çıkmamıştı yani, zorlama yoktu! Problem yok muydu, hem de çoktu!
Şimdinin gözlüğüyle bakıyorum da, iskeleti sağlam bir koltuğun kumaşının hafiften yırtılması gibiymiş o zamanın problemleri. Kıymetini bilememişiz.
Eşyanın tabiatı denir ya, harbiden de öyle. Düzgün bir şeye çomak sokup eşelersen, o şeyin hem kendisi dağılır, hem de dağıntılar etrafı kirletir. Biz de aynen böyle zamanlardan geçiyoruz ne yazık ki. Pandemi de tuz biber elbette!
Söylenecek çok şey var da yeter bu kadar, baymayayım pazar pazar içinizi.
Ne demişler; gün olaaa, hak getire!( uydurdum galiba)